ZEKAKÜBÜ
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

SIMONE DE BEAUVOIR

Aşağa gitmek

SIMONE DE BEAUVOIR Empty SIMONE DE BEAUVOIR

Mesaj  Admin Perş. Mart 04, 2010 6:08 am

SIMONE DE BEAUVOIR

Simone Lucie-Ernestine-Marie-Bertrand de Beauvoir (UFA: /simɔn də boˈvwaʀ/; 9 Haziran 1908 – 14 Nisan 1986) Fransız yazar ve filozof. Roman, felsefe politik ve sosyal deneme, biyografi ve otobiyografi yazarı, gazeteci.

En önemli eseri 1949’da yazdığı, kadınların gördüğü baskıların bilimsel incelenmesini yaptığı ve modern feminizmin temellerini kurduğu İkinci Cins (Le Deuxième Sexe) adlı eseri sayılabilir.



Yaşamı
Simone de Beauvoir 9 Haziran 1908’de Paris’de Georges Bertrand ve Françoise (Brasseur) de Beauvoir çiftinin kızı olarak dünyaya gelmiştir. Geleneksel bir ailenin büyük kızıdır. Otobiyografisinin ilk bölümünde (Bir Genç Kızın Anıları) dinine ve ülkesine bağlı ataerkil bir ailenin sorumluluklarla donatılmış kızı olarak yaşadığı dönemden bahseder. Kişiliğinin koyu katolik annesinin ve bilinemezci babasının karşıtı olarak şekillendiği söylenebilir.

Çocukluk ve ergenlik çağını etkileyen iki ilişkisinden biri kardeşi Helen diğeri arkadaşı Zaza ile olan ilişkisidir. Helen’in küçüklüğünden itibaren ona sürekli bir şeyler öğretmeye onu yetiştirmeye çalışmış ilişkisinde öğretici bir kaygı içinde olmuştur. Zaza ise trajik yaşamı ve ölümü ile Simone’nun karşılaştığı ilk sorunu oluşturuyordu.

Matematik ve felsefede Baccalauréat sınavını geçtikten sonra Katolik Enstitüsü’nde matematik öğrenimi ve Saınte Marie Enstitüsünde yabancı dillerde yazın eğitimi gördü. Daha sonra Sobone’da felsefe eğitimi aldı. 1929’da seçkin Ecole Normale Superieure’ye kayıt olan ve Sabone’da kurs almakta olan Jean-Paul Sartre ile tanışır. Beavuvoir’un Ecole Normele’de eğitim gördüğü yanlış ve yaygın olan bir bilgidir. Ancak bu okuldaki Sartre ve felsefe gurubundaki diğer insanlar tarafından iyi tanınmaktadır. 1929’da felsefede Agregation başaran en genç öğrenci olur. Sartre o yıl birinci olur, Simone ise ikinci. Ancak herkes bilir ki de Beauvoir felsefede en iyi idi. Sartre’a birincilik erkek olduğu için verilmişti. Sorbonne’da iken hayatı boyunca bilinecek lakabı Castor(Cesur) edinecektir.

1943 yılında Simone Konuk Kız (L'Invitée) adlı Rouen okulundaki öğrencilerinden Olga Kosakiewicz ile olan kronik lezbiyen ilişkisinin öyküsünü yayınladı. Bu öykü aynı zamanda de Beauvoir ile Sartre arasındaki karmaşık ilişkiyi ve ilişkinin bu üçlü ilişkiden nasıl zarar gördüğünü anlatır

Ve II. Dünya Savaşı'ndan sonra De Beauvoir Sartre’ın Maurice Merleau-Ponty ve diğer arkadaşları ile kurduğu Modern Zamanlar (Les Temps Modernes ) adlı politik gazetede çalışmaya başladı. De Beauvoir bu gazetede kendini geliştirdi ve ölümüne kadar editör olarak çalışmaya devam etti.

Belirsizlik Ahlakı Üzerine (Pour Une Morale de L'ambiguïté , 1947) kitabında Fransız varoluşçuluğu etkileri farkedilmediktedir. Kitapta çok sade bir biçimde Sartre’ın olmak ve hiçlik felsefeleri arasındaki geniş açıyı göstermektedir. De Beauvoir bir biseksüeldir. Ancak bir seminerde Nelson Algren’le tanıştığı 1947 yılına kadar kadar orgazma ulaşamamıştır. Chikago’da Beauvoir Algren ile ilişkisinde ilk orgazmını yaşar. Bu Fransa’da iki ayrı kitap olarak basılan İkinci Cins kitabına da ilham olur. Bu çalışma Amerika’da da The Second Sex olarak yayıncı Alfred A. Knoph’ın karısı Blance Knopf ‘un tavsiyesi üzerine Howard Parshley tarafından çevirilerek yayınlanır.

Kadın: Efsane ve Gerçek
Simone de Beauvoir önce Kadın: Efsane ve Gerçek adlı denemesini yazar. Bu denemesinde erkeklerin kadınları, erkekleri yanlış havalara, izlenimlere sokan gizemli “diğer”ler olarak gördüğünü iddia eder. Ve erkeklerin, bu “diğer”olma durumunu, kadınları ve onların problemlerini anlamadıklarına, onlara yardım etmediklerine hatta onlara uyguladıkları baskılara bir neden olarak kullandıklarını iddia eder. Bu durumun tüm toplumlarda klişeleşmiş bir hal aldığını ve her zaman hiyerarşiyi elinde tutanların güçsüzleri “diğer” olarak tanımladığını ve onları etraflarında dolaşan karanlık gölgeler olarak nitelendirdiğini savunmuştur. Bu durumun sınıflar arasındaki ilişkilerde, dinsel, ırksal ayrımların mücadelesinde her türlü karşıtlıkta görüldüğünü ama hiç karşıtlıkta “diğer” nitelendirmesinin ve “diğer”e yaklaşımın kadın-erkek ayrımındaki kadar klişeleşmiş bir hal almadığını, hayatın mevcut düzenine gerekçe olarak gösterilmediğini söyler.

İkinci Cins
Yazarın bu eseri 1949’da Fransa’da yayınlanmıştır. Freudcu yönleri ağır basan feminist bir varoluşçuluk göze çarpar. Varoluşçulukta olduğu gibi de Beauvoir temel prensip olarak var oluşun özden önce geldiğini kabul eder ve “Kadın doğulmaz kadın olunur.” prensibine ulaşır.


Araştırmaları diğer kavramı üzerine yoğunlaşmıştır. Kadınların diğer olarak tanımlanmasını ve mevcut sosyal konumunu, gördüğü baskının temeli olarak olarak nitelendirir De Beauvoir tarihte her zaman kadının sapkın ve anormal canlılar olarak görüldüğünü iddia eder ve Mary Wollstonecraft’ın dahi erkekleri kadınlara ulaşmaları gereken ideal örnek olarak gösterdiğini ileri sürer.

De Beauvoir “Bu durum kadınların kendilerini normalden sapmış, dışta kalan ve normale ulaşmaya çalışan canlılar gibi algılamalarını sağlayarak onlarını başarılarını sınırlandırmışdır.” der. Feminizme göre bu düşünce artık bir kenara atılmalıdır. De Beauvoir iddia eder ki kadınlar erkekler kadar ayırım yapma, seçme yeteniğine sahiptir ve böylece kendilerini geliştirmeyi seçebilir, kadını mevcut durumundan ileri götürebilir, kendi hayatlarının ve dünyanın sorumluluğunu alabilir.

Ölümü ve sonrası
1981’de Sartre’ın acı dolu son yıllarını anlattığı Veda Töreni’ni (Cérémonie Des Adieux) yazar. Kendisi de Paris’de Cimetière du Montparnasse mezarlığına Sartre’ın yanına gömülür. Mezar taşında isimleri alt alta yazılır. Ölümüden sonra ünü yayılmaya devam eder. Sadece 1968’lerin post-feminizminin kurucusu olduğu için değil aynı zamanda akademisyen olarak ve varoluşcu Fransız düşün insanı olarak da ünü gelişerek yayılır. Sartre’ın üzerindeki etkisi her zaman görülür. Felsefe üzerine yazdığı bir çok eserde de Satre’ın varoluşçu etkisi görülebilir. Paris'te Seine Nehri üzerine yapılan bir köprüye yazarın adı verilmiştir.

Eserleri
Konuk Kız, (1943)
Pyrrhus ve Cineas, (1944)
Başkalarının Kanı, (1945)
Kim Ölecek?, (1945)
Her Erkek Ölümlüdür, (1946)
Belirsizlik Ahlakı Üzerine, (1947)
İkinci Cins, (1949)
Gün gün Amerika, (1954)
Mandarinler, (1954)
Sade’ı Yakmalı mı?, (1955)
Uzun Yürüyüş, (1957)
Bir Genç Kızın Anıları, (1958)
Yaşlılık, (1960)
Sessiz Bir Ölüm, (1964)
Les Belles Images, (1966)
The Woman Destroyed, (1967)
Yaşlılık, (1970)
Hesap Tamam, (1972)
When Things of the Spirit Come First,(1979)
Veda Töreni, (1981)
Sartre’a Mektuplar, (1990)
Aşk Mektupları (Nelson Algren’e), (1998)SIMONE DE BEAUVOIR Beauvo10

Admin
Admin

Mesaj Sayısı : 5221
Kayıt tarihi : 27/01/08

https://zeka.yetkinforum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

SIMONE DE BEAUVOIR Empty Çıplak Fotoğrafının Hikayesi

Mesaj  Admin Perş. Mart 04, 2010 6:29 am

Erhan ÜSTÜNDAĞ erhan@bianet.org Paris - BİA Haber Merkezi15 Şubat 2008

Simone de Beauvoir'ın Çıplak Fotoğrafının Hikayesi
Le Nouvel Obs, 100. yaşgünü için de Beauvoir'ın çıplak resmini kapağa taşıyınca tepkilerle karşılaştı. Medya bir kez daha kadın vücudunu metalaştırırken feministler "Asla Sartre'ın poposunu basamazlardı" dedi.

Cuma Fransız haftalık Le Nouvel Observateur dergisi feminist yazar ve düşünür Simone de Beauvoir'ın çıplak bir fotoğrafını kapağına taşıdı.

1952'de Chicago'da belgesel fotoğrafçı Arthur Shay'ın çektiği fotoğrafın hikayesi, fotoğrafçının kitaplarından birinde şöyle yer alıyor:

"Nelson Algren'in [Shay'ın ev arkadaşı, fotoğrafçı] Wabansia meydanındaki mütevazı apartman dairesinde banyo yoktu, sadece bir lavabo vardı... Bir arkadaşımdan evinin anahtarlarını ödünç aldım ve onu [Simone de Beauvoir] arabamla oraya götürdüm. Kim bilir neden, banyonun kapısını açık bırakmıştı. Kenarda bekliyordum. Fotoğrafçı olduğum için birkaç kare çekme isteğimi bastıramadım. Leica'nın denklaşörünün sesini duyunca bana dönüp gülümsedi ve saçını düzeltmeye devam etti."

de Beauvoir 100 yaşında
Dergi, de Beauvoir'in 100. doğum günü nedeniyle Ocak ayının ilk sayısını büyük ölçüde ona ayırırken birçok feminist grup "bir kez daha kadınlar söz söyleyebilmek için önce soyunmak zorunda kalıyor" diyerek fotoğrafın yayınlanmasına tepki gösterdi.

De Beauvoir'ın kurucularından olduğu Kadın Davasını Seçmek örgütü, "Samimiyeti çalınmış bu fotoğraf Simone de Beauvoir'ın yazıları, felsefesi, feminizmi ya da kişiliğiyle ilgili hiçbir şey söylemiyor" dedi.

Bir başka feminist aktivist, avukat Gisele Halimi'nin kaleme aldığı metin şöyleydi:

"Dergi -erkek kişiliklere davranamadığı şekilde- tamamen ticari amaçlarına ulaşmak için kadınların vücutlarını araçsallaştırmaya devam ediyor."

"Asla bir erkeğin poposunu yayınlamazlardı"
De Beauvoir'ın filozof Jean-Paul Sartre'la aşkı üzerinden bu olayı değerlendiren feminist yazar Florence Montreynaud'sa "Dergiyi ilk gördüğümde aklıma, Sartre'ın poposunu asla kapağa taşımayacak olmaları geldi" dedi.

"Sonraysa 'ne kadar güzel bir popo' diye düşündüm. Hiçbir erkek felsefecinin bu kadar güzel bir poposu olamaz. De Beauvoir'ın parlak bir aklı ve mükemmel bir vücudu vardı. Kadınlar her iki alanda da kazanıyor."

Simone de Beauvoir
Shay'ın çektiği fotoğraf daha önce Chicago Historical Museum'da açılan sergisinde yer almıştı. De Beauvoir o sırada Shay'ın yakın dostu Algren'le birlikteydi.

9 Haziran 1908'de doğan Simone de Beauvoir'ın en bilinen eseri 1949'da yazdığı, kadınların gördüğü baskıların bilimsel incelenmesini yaptığı ve modern feminizmin temellerini kurduğu İkinci Cins.

Otobiyografisinin ilk bölümünde -Bir Genç Kızın Anıları- dinine ve ülkesine bağlı ataerkil bir ailenin sorumluluklarla donatılmış kızı olarak yaşadığı dönemden bahseder.

Katolik Enstitüsü’nde matematik öğrenimi ve Sainte Marie Enstitüsünde yabancı dillerde yazın eğitimi gördü. Daha sonra Sorbonne’da felsefe eğitimi aldı. 1929’da Sartre'la tanıştı. Okulda lakabı "cesur"du.

1943'te Konuk Kız (L'Invitée) adlı, Rouen okulundaki öğrencilerinden Olga Kosakiewicz ile olan kronik lezbiyen ilişkisinin öyküsünü yayınladı.

II. Dünya Savaşı'ndan sonra de Beauvoir, Sartre’ın Maurice Merleau-Ponty ve diğer arkadaşları ile kurduğu Modern Zamanlar (Les Temps Modernes) adlı politik gazetede çalışmaya başladı. Belirsizlik Ahlakı Üzerine (Pour Une Morale de L'ambiguïté, 1947) kitabında Fransız varoluşçuluğu etkileri fark edilir. 1981’de Sartre’ın acı dolu son yıllarını anlattığı Veda Töreni’ni (Cérémonie Des Adieux) yazdı. 1986'da ölen de Beauvoir Paris’te, Cimetière du Montparnasse mezarlığına Sartre’ın yanına gömüldü.

De Beauvoir, komünist, ateist ve varoluşçuydu. 1954'te yazdığı Mandarinler'le Goncourt ödülünü aldı ve dünya çapında tanındı.

O sırada yasa dışı olmasına rağmen kürtaj yaptırdıklarını açıklayan 343 Manifestosu'nun oluşturucularındandı. Manifesto, 1971'de Le Nouvel Observateur'da yayınlanmıştı
SIMONE DE BEAUVOIR 300-4410

Admin
Admin

Mesaj Sayısı : 5221
Kayıt tarihi : 27/01/08

https://zeka.yetkinforum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

SIMONE DE BEAUVOIR Empty interview

Mesaj  Admin Perş. Mart 04, 2010 6:34 am

SIMONE DE BEAUVOIR 26727_10


Admin
Admin

Mesaj Sayısı : 5221
Kayıt tarihi : 27/01/08

https://zeka.yetkinforum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

SIMONE DE BEAUVOIR Empty L'engagement de Simone de Beauvoir

Mesaj  Admin Perş. Mart 04, 2010 6:36 am


Admin
Admin

Mesaj Sayısı : 5221
Kayıt tarihi : 27/01/08

https://zeka.yetkinforum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

SIMONE DE BEAUVOIR Empty Beauvoir et le "deuxième sexe

Mesaj  Admin Perş. Mart 04, 2010 6:39 am


Admin
Admin

Mesaj Sayısı : 5221
Kayıt tarihi : 27/01/08

https://zeka.yetkinforum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

SIMONE DE BEAUVOIR Empty .

Mesaj  Admin Perş. Mart 04, 2010 7:02 am

“Fakat benim için bir düşünce, teorik bir şey değildir; o, yaşanır ya da teori olarak kalır ve geçerli değildir” diyor Simone de Beauvoir’ın L’invitée (1943) adlı ilk romanının başkişisi. O, bu şekilde Françoise’ya kendi felsefi ve yazınsal yaratılarının ilkesini söyletiyor. Doğrudan ve yaşanan deneyimler, onun felsefesinin temellerini oluşturmuştur. Bu tutum onun yapıtına yansıyan bir etkidir; nasıl ki, romanın başkişisi Françoise büyük ölçüde özyaşamöyküsel çizgiler taşır ya da özyaşamöyküseldir.


Simone de Beauvoir varoluş felsefesine bağlıdır. Sie kam und blieb onun bu felsefenin temel sorunlarıyla yaptığı ilk yazınsal hesaplaşmasıdır. Temel soru şudur: Eğer kendisi olan, yabancı bir bilinçle karşı karşıya gelirse, ne olur? Kendisini “mutlak bir şey” olarak gören bir ben, bir başka “mutlak”la karşılaşırsa bununla nasıl başeder?

“Sana şaşıyorum” diyor Françoise’nın sevgilisi Pierre, “tanıdıklarım içinde, başka birisinin de kendisi gibi bir bilince sahip olduğunu keşfettiği an, ağlayabilen biricik insansın” (a.g.y.). Bu durum, başka bir kadın olarak, Jean-Paul Sartre’la aşk ilişkisinde Beauvoir’ın başına gelmişti ve bu romanın temelini oluşturmuştu. Beauvoire, burada sadece bir kıskançlığın söz konusu olmadığı, onun, yukarıda adı geçen anlamda metafizik bir deneyim olduğu üzerinde durur. Simone daha çocukken kendisi ve dünya üzerinde düşünmeye başlar. Onda günlük yaşantılar, metafizik deneyimler olacaktır. Hayat ve felsefi düşünceler onda daima birbirini etkiler. Simone de Beauvoir, yaşanmış deneyime dayanmayan bir felsefeyi yadsır.



Simone de Beauvoir 9 Ocak 1908’de Paris’te doğdu. Ona tinsel ve eğitsel en yüksek olanakları sağlayan, düşünsel eğilimlerini ve yeteneklerini destekleyen, varlıklı bir burjuva çevre içinde özenle büyütülüp yetiştirildi. Daha 14 yaşında bir çocukken, bilinçli bir şekilde artık -tanrıya inanmayacağına karar verdi. O zamana kadar, annesiyle birlikte dua eden ve bir Katolik olarak bütün görevlerini de yerine getiren dindar, uslu bir kız olarak yaşamıştı. Şimdi artık o, “ölümsüzlüğün” aslında kendisini ilgilendirmediğini fark etmiştir. Daha önce bu dünyanın, “ölümsüz” olan dünyanın yanında önemsiz olduğunu düşünüyordu. Ama şimdi asıl olan biricik şeyin, bu dünya olduğunu anlamıştı: çünkü onu seviyordu. Bundan dolayı, ölümsüzlük demek olan tanrıdan vazgeçmeliydi. Bu gelişimi, ilk anılar kitabı Memoires d’une jeun efille rangée (1958) anlatır. Bundan başka, kendi geçmişinin burjuva ideolojisinden öz eder ve çok erkenden özdeşleşmek istemediği ve özdeşleşemediği evlilik ve anneliğin temel olduğu kadın imgesinden nasıl koptuğunu anlatır. Bu kitabı, kendi hayatının belirli bölümlerini anlattığı üç kitap izler: La force de l’âge (1960:Alm. İn den besten Jahren, 1961), Laforce des choses (1963; Der Lauf der Dinge, 1966), Toute compte fait (1972: Alm. Alles in allem, 1972).



Onun bu özyaşamöyküsel yapıtı, hayatı bir bütün olarak gösterir: Rastlantıların, gelişigüzelliğin ve bilinçli davranışların bir birliği, bağlantıları olarak. Kendi hayatını yazma edimi içinde insanın varoluşundaki rastlantısallığın örtüleri kaldırılarak: felsefi bir büyüklük olarak gerçekleştirilir.



Simone de Beauvoir 1925/26’da filoloji ve matematik okur; 1926’da, Sorbonne’da felsefe öğrenimine başlar. 1928/29’da Leibniz hakkında bir diploma çalışmasıyla öğrenimini bitirir. Öğretmen adayı olarak stajını Lycée Janson de Sailly’de tamamlar. 193l’den 1943’e kadar felsefe hocası olarak önce Marsilya’da, sonra Rouen ve Paris’te çalışır. Ancak öğretmenliği bıraktıktan sonra, kendisini salt yazarlık çalışmalarına verir.



Beauvoir üniversitede öğrenciyken Jean-Paul Sartre’ı tanıdı ve 1980 yılında Sartre ölünceye kadar onunla-birlikte yaşadı. Onun Sartre’la ilişkisi insansal değişmez fenomenlerin değiştiği, bir felsefe teoremi, bir ide, bir kurgu oldu. Onların ilişkisi, özgürlük ve bağlılık arasında kurulan akılcı bir denge temeline dayanır. Burada, başka aşk ilişkileri konusunda mutlak bir dürüstlük sözünün verilmiş olması, büyük bir rol oynar. İkisi de bu dürüstlüğü gerekli görür. Çünkü Sartre hiçbir zaman evlenmeyeceği gibi, bir tek kadınla da yetinmeyecekti. İlişkileri başladığı zaman, daima yenilemeyi istemiş oldukları iki yıllık anlaşmalar yaparlar. Bu şekilde birlikteliklerinin sürekliliğini güvence altına aldıkları gibi, aşklarını korumayı da düzene sokacaklardır. Bu ilişki kurgusu, bir aşk ilişkisinin ancak eğer her iki taraf kendi tekliklerini sürdürür ve özgürce yaşayabilirse kalıcı olabileceği bilgisinden kaynaklanıyordu. Bu anlaşmayı tutmak için bir belgeye gerek vardı. Beauvoir için sürekli ve özgür bir ilişkinin bundan başka garantisi, kadın-erkek rollerindeki davranış biçimine kendisinin hayır diyebilmesiydi. Böylece o, her türlü ev hayatını kesinlikle yadsıdı. Çok yaşlanıncaya kadar ortak bir evleri olmadı. Birlikte yemek pişirilmedi, doğal ki çocukları da olmadı. Onu kadınca bir role zorlama tehlikesi taşıyan her şeyden sert bir şekilde kaçındı. O, “biz ikili hayatın yararlarına sahiptik, ama tatsızlıklarına değil” der, La force de l’âge adlı romanında (Beauvoire 1988, a, s. 268).



Bununla birlikte Beauvoir, bir kadın için tipik bir davranış içinde, kendini vererek yaşadı. Onun için ön planda olan daima Sartre’la birlikte yaşamak isteğiydi. La force de I’âge’da, sadece Sartre’la birlikte olduğu zamanların anlamlı olduğunu yazar. Ama sonradan şunu görür: “Sartre’la karşılaştığım zaman, her şeyi kazandığıma inanmıştım. Onun yanında benim kendimi gerçekleştirmem başarısızlığa uğrayamazdı. Şimdi kendi kendime şunu söylüyorum: Kurtuluşu bir başkasında görmek, yıkılmanın en güvenli yoludur” (a.g.y., s. 56).



İlişkilerinin çok sıkılığı, hemen hemen simbiyozca, sürekli tinsel bir alışveriş içinde bulunmaları, Beauvoir’ın yapıtının özgünlüğünden daima kuşku duyulmasına neden oldu. Hakikat ise, her ikisinin sürekli olarak birbirini eleştirdiği, düşünce ve yazılarında birbirini etkilediğidir. Bununla birlikte Sartre’ın yapıtının özgünlüğünden asla kuşku duyulmadı. Alıntılamalarda, Sartre daima Sartre olarak düşünüldü; Beauvoir ise daima Sartre’la birlikte. Beauvoir da Sartre’ı dahi bir fikir verici olarak gösterir; Sartre gibi dahi olmadığını ve onun düşüncelerine bağlı olduğunu söyleyerek, bu önyargıyı besler. Fakat Beauvoir düşüncelerini özgün bir şekilde dile getirebilecek durumdaydı. Özgünlüğü, varoluşsal düşünce dağarına, çok bireysel, kendine özgü ve geliştirerek şekil vermesinde; teorilerinin “yaşanmış olan deneyimlere” dayanmasında ve salt felsefi kurgu olmamasında yatar. Bunun yanı sıra o, varoluşçuların ihmal ettiği eylem kategorisiyle, varoluş temel sorunları genişletti. Onun felsefi düşünce dağarı, daha çok etik ve ahlakla ilgili sorunlar etrafında dönüp dolaşır.



Beauvoir’in düşünceleri, belli bir özgürlük kavramıyla kenetlenmiş çok bireyselci bir temele dayanır. Özgürlük tanrının verdiği bir şey değildir. İnsanın her gün kendisi için yeniden savaşmak zorunda olduğu bir olanaktır. İnsan varolduğuna göre, onun kendisini sürekli olarak yeniden yapması gerekir. Onun eylem daima bir amaca doğru hareket eder. Bu amaç özgürlüktür. İkinci Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla, insanın kendi planına göre hareket etmesi demek olan özgürlük kavramının yeniden tanımlanması gerekecektir. Çünkü teklerin özgürlüğü, artık kendisini gerçekleştiremiyordu. Ben, şimdi dış durumlara bağlıydı; bunun örneği, Sartre’ın Eylül 1939’da askere alınması, 1940’ta Almanlara esir düşmesi ve ancak Mart 1941’de geri dönebilmesi olgusuydu. Beauvoir, savaş deneyimleri sonucu, şimdi başkasının Özgürlüğünü, artık ben için bir tehdit olarak değil, kendi özgürlüğünü gerçekleştirmenin bir gerekliliği olarak görüyordu. Bundan çıkan etik talep, her insanın başka insanların özgürlüğü için kaygı. taşımakla görevli olduğuydu. Le sang des autres (1945; Alm. Dos Blut des anderen 1963) romanında ve Les bouches inutiles (1945) oyununda bu konu işlenir. Bu bağlamda Beauvoir, Pyrrhus et Cineas (1944; Alm. Pyrrhus und Cineas, 1964) denemesinde, insan hayatını bir ölüm varlığı olarak tanımlayan Heidegger’e karşı çıkar.

SIMONE DE BEAUVOIR 200px-34

“0 halde ölmek için varolunmaz — hiçbir nedeni ve amacı olmadan ... insan varlığı var olmak varlığıdır; o, her an kendisini var etmeye çalışır — bu, kendisini planlamaktır. İnsan varlığı, planlar şeklinde var olur. Bunlar ölüm için yapılan planlar değil, belli bir amaç için yapılan planlardır. İnsan avlanır, balık tutar, kendisine aletler yapar, kitaplar yazar: Bu bir eğlence, kaçış değil, varolma yönünde hareket etmektir. İnsan varolmak için bir şeyler yapar. O, kendisini dışlaştırmalıdır (transzendieren); çünkü o, varolmayandır” (Beauvoir 1988 c, s. 228).



İnsanın “kendisini planlayabilme” yeteneği, Özgür olma yeteneğidir.



Özgürlüğün temel koşulu olarak, eylem, ve aynı şekilde tek kişinin özgürlüğünün gerekli koşulu olarak, gelecek için amaçlar saptayarak, bunun şimdide dışlaştırması ve benzerleri, Beauvoir’ın kadının toplumsal durumu konusunda hesaplaştığı temel felsefi düşüncelerdir. Onun kapsamlı yapıtı Le deuxieme sexe (1949; Alm. Dos andere Geschlecht, 1951), kadın hareketlerine, kadına yapılan baskıyla ilgili önemli felsefi bilgi sağlar.



Simone de Beauvoir, sürekli eylemde bulunmakla kendisini gerçekleştiren kendisini planlama idesinin, geleneksel kadın rolü içinde gerçekleşmediğini görür. Bu yüzden ona göre kadın özerk değil, “göreceli” bir varlıktır, yani kadınlar kendilerini, erkek olmad düşünemezler ve erkek olmadan düşünülmezler. ‘0, erkeğe göre belirlenecek ve farklı görülecek, erkekse ona göre değil; erkek öznedir, o mut laktır; kadın başka olandır.” (Beauvoir 1989 a, s. 11) ‘Başka olan,” özü olan bir şey olamaz.



Beauvoir, eskiden beri varolan bu koşulu, kadının eskiden beri öne sürülen biyolojik analık ödeviyle geride tutulmasında; onun “içsel” olanın bekçisi olmasında; erkeğin ise “dışarıya” gitmesine, kendisini “homo faber” olarak geliştirmesine ve dünyaya egemen olmasına izin verilmesinde görür. Kadın iç’in yaratıcısı, erkek dış’ın yaratıcısıdır.



“…işte erkekler kadını daima verilmiş olanın iç’i (immanenz) olarak gördüler. Eğer kadınlar ürün alır çocuk doğururlarsa, bu bir istenç edimi olarak olup bitmiş değildir. Kadın, bir özne, bir dış varlık, yaratıcı güç değil, ışıkı yüklü bir nesnenin yansımasıdır” (a.g.y., s. 175). Erkek, baştan beri yeni şeyler yaratır ve dünyayı “kendisi” için şekillendirirken, kadın sadece tekrar üretti, türü korudu: “.. .ama bu yaptıkları, daima aynı hayatın değişen şekillerde yinelenmesinden başka bir şey değildir” (a.gy., s. 72). Ondan yeni bir şey çıkmaz.



O halde Beauvoir için erkeğin egemenliği, çok kez kabul edildiği gibi, daha büyük olan bedensel gücünün bir sonucu değil, eylem yapan özne olmasının sonucudur. Ama o, ancak eylem yapmayan nesne- ye, kadına göre böyle olabilir; yani dışlaşma ve içleşme ilişkisinden dolayı; “birisi” karşısında “ötekine” göre. Kadınlar ‘verilmiş” olan bu durumu kabul etmemeli. Çünkü: “Dünyaya kadın olarak gelinmez, kadın olunur. Kadının insan özünün, toplumun kucağında aldığı şekil, biyolojik, psikolojik, ekonomik kaderin verdigi bir şekil değildir; uygarlığın bütünüdür, erkeğe ve kadın denen kısırlaştırılmış ara ürüne şekil veren.” (a.g.y., s. 265)



Beauvoir, Der Lauf der Dinge’de, kendisinin, kendi kadınlığından acı çekmekten çok uzak olduğunu; çünkü her iki cinsin de avantajlarından yararlandığını söyler (bkz. Beauvoir 1970, s. 187). Ama onun kitapları okunur, konuşmaları dinlenirse, onun kendisini çok “göreceli” bir varlık olarak gördüğü duyumsanır; Sartre olmasa, Beauvoir da olmazmış gibi bir kuşkuya düşülür.



1953’te Sartre’ın Marksist görüşünü benimsedikten sonra, onun için çok hareketli bir dönem başladı. ikisi, başka yerlerin yanı sıra sosyalist ülkelere birçok gezi yaptı. O zamanlar o, kadınların ve işçilerin baskı altında olmalarının, kapitalist ülkelerde zorunlu olarak kapitalizmle birlikte ortaya çıktığını sanıyordu. Sosyalist ülkelerde işçi sınıfı, ona göre baskı altında olmadığından; bundan, kadınların orada eşit haklara dayanan bir hayat sürdürecekleri sonucunu çıkarı yordu. Fakat bunun. doğru olmadığını gördü. Bu bilginin ışığında, 70’li yıllardaki siyasi çalışmalarının ağırlık noktasını, kadın hareketleri üzerinde topladı.



Onun son yaşamöyküsel yapıtı sadece Sartre’la ilgilidir. La cer des adieux (1981; Alm. Die Zeremonie des Abschieds, 1983) adlı kitabında, 15 Nisan 1980’de ölen hayat arkadaşının fiziksel çöküntüsünü anlatır. Bu yazı, son yıllarda Sartre’la yaptığı konuşmaları içerir. Bunlar eleştirilere neden oldu: bir yandan “büyük bir adamın bedensel düşkünlüklerinin gereksiz yere çok ayrıntılı anlatılması”; öte yandan “eleştirel mesafenin çok az olması” kusurları ileri sürüldü. (Zehl 1992, s. 135 vd.) Beauvoir hayatının son yıllarını Sartre’ın anılarına verdi. Kendisinin söylediğine göre, artık yeni bir şey yazmak için gerekli esini bulamıyordu.



14 Nisan 1986’da, kendi felsefesini, bütün çelişkileri ve kopukluklarıyla yaşamış olan bir kadın öldü.



Kadın Filozoflar-Marit Rulman vd.-Çeviri: Tomris Mengüşoğlu-Kabalcı Yayınevi

Admin
Admin

Mesaj Sayısı : 5221
Kayıt tarihi : 27/01/08

https://zeka.yetkinforum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz