ZEKAKÜBÜ
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Ş İ R İ N C E

Aşağa gitmek

Ş İ R İ N C E Empty Ş İ R İ N C E

Mesaj  Admin Çarş. Mayıs 24, 2017 9:18 pm

Ş İ R İ N C E 18620210
ŞİRİNCE
Yerleşimin 1800 evden oluştuğu söyleniyor. Ancak günümüze ulaşmış yaklaşık 200 ev izlenmektedir. İlkokulun bulunduğu yerden başlayarak Güneye doğru yükselen sırt ile Kuzeye bakan yamaçta yerleşimin yoğunluğu gözleniyor. Ancak Doğu yönüne ilerlenirse ve Güneye doğru tepelerin üzerine bakılırsa evlerin bu alanda da bulunduğu anlaşılır. Yukarı kilisenin batısını oluşturan sırtta günümüzde de izlenen dev bir çınar var.
Çınarın altında ki çeşme ise dağılıp yok olmuş. Çınardan Kuzeye doğru inen sırtta bir zamanlar dükkan dizisinin yer aldığı halk tarafından ileri sürülüyor. Ancak bu konuda kesin kanıtımız yok. Yukarı kilisenin yer aldığı sırtın üstünde, Doğuya bakan evler dizisi ile Kuzeye bakan evlerin arasından günümüzde de izlendiği gibi yeni köy camisine doğru inen bir derecik yatağı yerleşim yerini ikiye bölmektedir. Bu derenin Batı yakasında kalan mahalle İstiklal, Doğu yakasında kalan mahallede İstihlas diye adlandırılmış. İstiklal bağımsızlık ise göçmen köyü Şirince’nin öteki mahallesinede “Kurtarılma” anlamına gelen İstihlas adı yakışıyor. Kuzeye bakan sırtların altından başlayan düzlüğe dek inen İstihlas mahallesi, burada bir sokak ile kesiliyor ve sokak çarşıyı oluşturuyor. Büyük bir çınarın gölgesinde sonlanan sokağın iki yanı kahveler, fırınlar ve dükkanlar dan oluşur. Bir yağhane en Doğuda yer alırken en Kuzeyde bir ikincisi bulunmaktadır. En Kuzey kesimde, doğuya bakan evlerin yer aldığı sırtın sonunda daha alçakça bir tepede ilkokul yapısı görülmektedir.
İlkokul, günümüzde de Şirince topoğrafyasını tanımada kullanılabilecek en önemli duraktır. Buradan evlerin genel görünümü, bahçeler, Kuzey yönündeki dağlar, güzelce izlenebilir. En Doğuda yerleşimi sınırlayan derenin üstünde bir zamanlar çamaşırhane varmış. Cumhuriyet döneminde de yararlanılan yapı sonradan ortadan kalkmış. Daha da Doğuda mezarlık alanı bulunuyor. Çirkince kırlarına dağılmış konutlar, bağ evleri, manastırlar ve küçük kiliseler, günümüzde silinip gitmişlerdir. Ancak anımsayanların gösterdikleri yerlerde yapı kalıntıları gözlemlenebilir. Köyün en önemli değirmenlerinden biri, yolun Şirince boğazına tırmanmaya başladığı kesimdedir. Günümüzde de su akışı sürmektedir. İki değirmenin daha su aşırma duvarlarının kalıntıları Çirkince boğazının girişinde, yolun solundaki su kemerlerinin tam karşısında, Güney sırtında bulunmaktadır. ADI / YÖNETİM Kyrkindje, Kirkincdsche, Kirkidje, Kırkıca, Kırkınca biçiminde adının başta ünlü Kiepert haritalarında okuduğumuz Çirkince, Şirince olmazdan “Çirkince” imiş. Kesin bir kaynak bulamaz sakta anlatılan o ki, yukarıdaki köyün varlığını gizlemek için Ayasuluk’ta ve başka yerlerde Çirkince denip durmuş. Çirkinliğe ilişkin anlatılanların en belli başlısı, Aydınoğulları döneminde azad edilen bir grup Rum’un kendilerine gösterilen bir yere yerleşmeleridir. Yerleşeceğiniz yer güzel mi diye sorulduğun da “Çirkince” demişler. Vali Kazım Paşa çıkıp gelene dek Çirkince sürüp gitmiş. İzmir’in çalışkan valisi her zaman olduğu gibi ilin köylerini dolaşırken “Çirkince”’ye uğramış.
Bu güzel yörenin adının çirkin olamayacağını ileri sürerek köyün adının bundan böyle Şirince olmasını istemiş. “-ce” ile biten yer adlarına bakacak olursak Batı Anadolu’da çok sayıda olduklarını görürüz. Dido Sotiriou’da Şirince yakınlarında ki bir “Güzel-ce-köy” den söz eder romanın da. Roman da adı geçen, bugün cılız bir yerleşim olan Kuyumcu, zenci nüfusu ile ilgi çekici. Orada azad edilmiş eski pamuk kölesi zenciler yaşamaktaymış. Ama kölelikten sonra,özgürlükte çok sefil olmuşlar. Kuyumcu’ nun tam yeri Selçuk Kuzeyinde, Küçük Menderesin öte yakasında. Yer adları konusunda ne yazık ki halk anlatımları dışında asıl etmenler göz ardı edilir. İsmin eski Anadolu dillerinden gelip, örneğin Artemis tanrıçanın korusu Kenkrios’tan Türkçeleştiğini ileri sürmek olanaksız. Türkçe ve katışıksız bir isim “Çirkince”… Çirkince 1890’da Vital Cuinet’e göre Aydın vilayetinin İzmir sancağı, Kuşadası kazasına bağlıydı. Şirince’de meydana gelen adli olaylar için Kuşadası mahkemesine başvurulurdu. 1912 Meclis-i Mebusan seçimlerinde, katılan iki partiden biri olan İttihat ve Terakki Partisi’ne Kuşadası’nın 16 delegesi oy vermişler. Bu 16 delegenin 11’i Türk, 5’i Rum imiş. 1912 seçimlerine katılan Hürriyet ve İtilaf Partisi oy alamamış, İzmir sancağının tüm milletvekilleri İttihatçılar’dan seçilmiş.
Yörenin nüfus yapısını belirlemek için, Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniye cemiyetinin 17 Mart 1919’da İzmir’de yayınladığı bildirisine bakalım… Kuşadası’nda 11100 Müslüman, 9000 Rum, 79 Ermeni, 145 Yahudi, toplam 21414 kişi yaşamaktaymış. Bu nüfus dağılımı için, Güzelçamlı’ dan Çirkince’ ye dek, Kirazlı Yaylayı da katarak Kuşadası’nı düşürmek gerek. Çirkince başta olmak üzere, Güzelçamlı, Kuşadası, yoğun Rum nüfusu içermekteymiş. Özellikle Çirkince’nin 9000 kişilik Rum nüfusunun en az yarısını içermesi olası. Cumhuriyetle birlikte gelişen Ayasuluk, Akıncılar adıyla ilçe merkezi yapılınca Çirkince, yine İzmir iline bağlı, ilçenin bir köyü konumuna geldi. Bu kez 1927 yılında Selçuk, Kuşadası ilçesini kapsayan bir merkez olmuştur. 1957 yılında ise Kuşadası, Aydın’a bağlı bir ilçe olurken Selçuk ayrılmış İzmir’e bağlı bir ilçe olmuştur. Çirkince kiliseleri merkezi Aydın olan Piskoposluğa bağlıydılar. Heliopolis (Güneşkenti) adını taşıyan piskoposluk bölgesi, Torbalı’dan Birgi’ye, Denizli’ye ve Fethiye’ye kadar uzanan Güneybatı Anadolu bölgesini kapsamaktaydı. Batı Anadolu’daki diğer piskoposluk merkezleri olan Efes, İzmir, Philadelphia (Alaşehir) ile Heliopolis, Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’ne bağlıydı… Çirkince’deki Aya Yannis kilisesinin kapısı üstündeki yazıtta Heliopolis piskoposluğuna bağlı olduklarını gösteriyor. Dido Sotiriou’nun romanından öğrendiğimize göre, köyde Osmanlı yönetimi yalnızca zaptiye karakolu ile temsil ediliyordu. Çirkince’ nin oluşum sürecini belirleyecek kesin bir ipucu olmasa da Efes kentinin dağılıp limanın Kuşadası’na Frenklerin değişiyle Scala Nova’ya kayması yanında bir küçük grubun dağa çıktığı söyleniyor.
Bir başka küçük grup ise St. Jean mezarının çevresinde kalmış. İsa’dan sonra 6. yüzyılda, burada Bizans İmparatoru Justinianus’un bir kilise inşa ettirmesi, çevresindeki tarihsel ve dinsel olayların önemi, Ayasuluk’ ta küçük bir nüfusu saklı tutmuş olmalı. Çevresindeki manastır kalıntılarının 11,12 ve 13. yüzyıldan beri var olduğu ileri sürülüyor. Günümüzde bu manastırların bulunduğu alanlar yada manastır olduğu söylenen alanlar düş kırıklığı yaratıyor. Örneğin köyün su kaynağı yanındaki, Güney sırtlarındaki kalıntı olsa olsa küçük bir kilisecik. Manastır denince büyük, çok odalı, birkaç kiliseli yapı kümesi anlaşılmalı. Türk’lerin yöreye gelmeleri, Ayasuluk’u merkez edinmeleri sırasında bir takım kayıtlar Çirkince’nin 16. yüzyılda varlığını gösteriyor. Ankara Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü arşivinde ki 571 nolu ve 1583 tarihli Aydın Vakıf Defteri’nde, Çirkince’nin adı geçiyor.
Nahiye merkezi Çirkince çevresinde bulanan köylerdeki vakıf arazilerinin listesi veriliyor burada. Ezine, Kızılca, Ulucak ve Turgud’ ta bulunan arazilerin “Merhum İsa Bey” tarafından vakfedildiği kaydedilmiş. Söz konusu yerler Tabi-i Çirkince olarak anılmış, yani hepsi de Çirkince’ye bağlı Karyeler (köyler) imiş…. İsa Bey de mutlaka Aydınoğlu İsa Bey olmalı. Türkler Ayasuluk çevresini daha çok İsa Bey döneminde geliştirmişler. İsa Bey Camii, 1376 yılında yapılmış. 1425-26 yılında Aydınoğlu Cüneyt’in öldürülmesi ile bölge, Osmanlılar’ın eline geçmiş. Çirkince’ye ilişkin en eski gezi günlüğü, 12 Eylül 1698 tarihi ile 10 Şubat 1702 tarihleri arasında Türkiye’ye gelen, İzmir’de saygın imalat şirketi eski papazı, saygın ve bilgin Edmund D. Chishull’un anıları. Kitabın adı da “Türkiye Gezisi ve İngiltere’ye Dönüş”.
Chishull, 1699 yılının 30 Nisan günü Tire’den ayrılarak Efes kenti örenine yönelir. Anılarından anladığımız kadarıyla Efes çevresinde tek kalınacak, konaklanacak yer kendi yazış biçimiyle Kirkinceköy’dür. Belevi’ne ulaştıklarında oarada dervişlerin içinde yaşadığı söylenen Keçi kalesini görürler. Kalenin eteklerinde eski çağlarda Stagnum Pegaseum denen bataklık, Küçük Menderes’in içine karıştığı gölü tanırlar. Kılavuzları onları yanlış yollardan Çirkince’nin uzağına götürür. Doğru yolu öğrenerek bu kez Ayasuluk tepesinin doğusundan, boğaz yolunu izleyerek köye ulaşırlar. …Onun kılavuzluğunda atlarımızla Efes hisarının altında bir buçuk saat süren yorucu ve uzun, fakat zevkli ve eğlenceli bir yoldan ve çağlayanlı bir derenin bulunduğu iki tepe arasında gittik. Her iki yanımızda sarkan mersin, zakkum, katırtırnağı, erguvan, leylak ve diğer haz verici ağaçların koyu gölgeleriyle ağırlandık…” Chishull’un sözlerinden anlaşılacağı gibi Çirkince yokuşunda varılan yerde bulunan, günümüzde de suyunun taştığına tanık olduğumuz değirmeni belirleyebiliyoruz. Dağdan gelen suyun değirmen oluğuna girmeden önce taştığı sıradaki görünümünü, Schull, çağlayan olarak tanımlamış olabilir. Chishull ve ona eşlik edenler, saat sekizde Çirkince’ye ulaşırlar. Geceyi katırcıların kurdukları çadırda geçirirler. 1 Mayıs günü Apokalips’in Yedi Kiliselerinden biri olan Efes kilisesinin üstünde kurulmuş bir köy varsayımıyla Çirkince’yi dolaşmaya başlarlar. Aktardıklarına göre köyün tüm halkı Hıristiyan’ dır.
TERKEDİŞ
1922 yılının Eylül ayına ulaşıldığında, 15 Mayıs 1919’dan beri süren Yunan işgali’nin sonu da gelmişti. İzmir’e Türk ordularının girişi, Paris kaynaklı bir haber yoluyla 11 Eylül tarihli Atina gazetelerinde yer aldı. Eleftoro Vima gazetesi, 10 Eylül, Paris kaynaklı haberi “ İzmir dün sabahtan beri 2. Süvari Alayı Komutanı Zeki bey tarafından işgal edilmiştir. Her şey Türk ordusunun denetimi ve güdümü altındadır.” Biçiminde vermişti. İzmir’in alınmasından çok önce başlayan Yunan ordusunun çekilmesi, yarattığı kıyım ve yıkımın yanında yerli Rum’larında evlerini terk etmelerine neden oldu. Ordu çekilirken endişeli yerli Rum’lar, demiryolu aracılığıyla çoğu kez de yaya, ele geçirebildikleri araba ve hayvanlarla, bulabildikleri her şeyi alarak yola çıktılar. İzmir bir anda ana baba gününe dönmüştü. 9 Eylül’ü izleyen günlerde de kıyıdan bulabildikleri tekne ve kayıklarla ayrılanlar çok sayıdaydı. Çeşme ve Ayvalık yoluyla Türkiye’yi terk edenler, adalara ve sonuçta Pire limanı çevresine ulaştılar. 13 Eylül günü patlak veren İzmir yangını bu kaçışın üstüne yeni bir felaket çığı gibi geldi. Dido Sotiriou’nun romanının sonunda belirttiği gibi yangının çıkış kaynağı, Aya Dimitri mahallesi yani Ermeni mahallesi idi. Yangın, Ermeni teröristler tarafından başlatılmıştı. Ancak Güneydoğudan esen, İzmir’in ender görülen bir rüzgarın etkisinde Basmahane meydanından çıkıp, alevler, Fevzi Paşa bulvarı boyunca denize ve fuarın kurulu olduğu alandan Bela Vista’ya, günümüz Gündoğdu’suna ulaşmışlardı. İşte Yunanlılar ’ın “Küçük Asya Felaketi” dedikleri bu olay sırasında, olasılıkla Çirkince’liler, Aydın demiryolunu kullanarak İzmir’e ulaştılar. Orada hoşumuza gitmeyen ayrıntılar var. Khramanımız Manoli Aksiyotis de bir fırsatını bularak önce Çamlı, günümüz Güzel Çamlı’sı üzerinden Samos adasına geçer ve Yunanistan’a ulaşır. Bir arkadaşı ile kaçış yolunda, köyünün yakınından geçmeyi akıl eder: “Kırkıca yakınlarında, şöyle bir titrer gibi olmuştu yüreğimiz. Köyde hiç kimse olmadığını anlayınca, bir süre sokaklarda gelişi güzel dolaştık. İki hırsız gibiydik duvarların altında. Ay ışığı çıkmıştı ve rüzgar da gıcırdayıp çarpan kapı kanatlarını rahatça seçebiliyorduk. Bir veba salgını çökmüştü sanki köye ve canlı namına ne varsa alıp götürmüştü! Çarşı yerinde, meydanda, sokaklarda bir alay sahipsiz elbise, ev eşyası, kırılmış çanak çömlek sürünmekteydi. Bir köpek uluyordu zaman zaman, bir kedi miyavlıyordu ve yalnızlık, daha da kahredici bir hale geliyordu.. Ve bizim yüreğimizle, bizim anımızla yoğrulurdu burada her ev, her sokak, her ağaç, bu toprağın her taşı… Bir öfke bürüdü birden içimizi: Bizim evlerimiz deği miydi bu evler? Bu tarlalar, bu ekinler, bu ağaç? Burada büyüyüp yetişmemiş miydik biz? Buraya emek vermemiş miydik? Babalarımız burada gömülü değil miydiler?” Sotiriou burada, artık ister Manoli’nin gerçek anısı olsun, ister kendi kaleminden yazsın, terk edişin acısını aktarmaktadır. Ne yazık ki aynı biçimde evlerini terk edecek Türk’ler bir yıl sonra aynı köye geleceklerdir.
TÜRK VE RUM AHALİNİN MÜBADELESİ
Lozan Anlaşmasının eki olan “Türk ve Rum Ahalinin Mübadelesine Dair Mukavelename ve Protokol” 30 Kasım 1923 tarihinde imzalandı ve yürürlüğe girdi. Sözleşmeyi Türkiye adına M. İsmet, Doktor Rıza Nur ve Hasan imza koydular. Yunanistan’ı Venizelos ve Kaklamanos temsil ediyorlardı. Sözleşmenin dışında İstanbul Rumları ile Batı Trakya Türkleri tutuldular. 1912 yılından sonra bulundukları toprakları terk edenler de bu sözleşmeye alındılar, onlara mücahir adı verildi. Türkiye’den ilk çıkarılanlar daha önceden aileleri Yunanistan’a geçmiş, kendileri kalmış Rumlar oldular. 9 Eylül 1922 sularında, başta Batı Anadolu olmak üzere Rum halk, evlerini ve tarlalarını Yunan bozgunu nedeniyle terk etmiş bulunuyordu. Muğla, Konya, Antalya gibi yörelerde bulunan Rumlar, Lozan anlaşması uyarınca zorunlu göçe uydular. Sözleşme, Türk ve Rum halkın her türlü hukuki çıkarlarını garanti etmişti. Suş işlemiş olanlar yargılanıyorsa hakları, yargılanmaları gidecekleri ülkeye devredilecekti. Mühacirlerin taşınabilir mallarına gümrük serbestisi uygulandı. Her iki tarafın halkı, kilise, cami, dernek gibi kurumların eşyasını taşımakta da serbest bırakıldılar. terk ettikleri taşınmazlar komisyonlara kaydettirilerek gittikleri ülkede aynı koşullarda terkedilmiş mallar (emvali metruke) kendilerine devredildi. Komisyonlar bu malların değerlerine ilişkin belgeler düzenlediler. Bıraktıkları mallara karşılık gerektiğinde para ödemeleri yapılacağını, sözleşme karara bağlıyordu. Daha önceden, 13 kim 1923 tarihinde Mübadele İmar ve İskan Vekaleti kurulmuştu. 8 Kasım 1923 tarihinde kabul edilen Mübadele İmar ve İskan Kanunu yürürlüğe girdi. Vekil İzmir Meb’usu Mustafa Necati, işin başarıyla sonuçlanması için Hilali Ahmer (Kızılay) cemiyetinden yardım istedi. 6 Mart 1924 tarihinde vekalet ile cemiyet arasında sözleşme imzalandı. Böylelikle Kızılay’ın desteği sağlandı. İzmir 4. İskan mıntıkası olarak saptanmıştı. Mıntıka müdürü olarak İhsan Paşa atanmış, 26 Kasım 1923 günü bölgeye gelerek çalışmalara başlamıştı. Kordondaki boş yapılar Vekaletin emrine verilmiş, İzmir’deki Tepecik Emrazı Sariye Hastanesi hastalar için hazırlanmış, Klazumen (Urla) misafirhanesi açılarak önlemler arttırılmıştı. Torbalı ve Tepeköy Hastanesi de sıtma sorunu için hazırlanmıştı. Ayrıca gelenlere sıcak çay, çorba ve çamaşır vermek için gerekli sayıda malzeme Hilali Ahmer ile ortaklaşa giderilmişti. Çeşme ve Bayındır ‘da İngilizlerden sağlanan saclarla geçici misafirhaneler kurulmuştu. İzmir’de İkiçeşmelik dispanseri ile Kemer istasyonuna kurulan dispanserler gelenlerin sağlık sorunlarıyla 1923 yılının Aralık sonuna doğru ilgilenmeye başladı. 10 Kasım 1923 tarihinde yürürlüğe girmesi kararlaştırılan mübadele için suyun öte yanında da Kozana’da 1500, Kaferye istasyonunda 100, Ahdova’da 100 kişilik geçici konaklama imkanı oluşturuldu, çadır ve gerekli malzeme sağlanarak tahliye iskelelerine ve istasyonlarına ulaştırıldı. 1923 yılı sonuna dek Türk gemi ve trenleri ile 60318 göçmen, Girit, Kavala, Drama ve Selanik’ten Türkiye’ye getirildi. 1923-24 kışının çetin şartlarına rağmen taşıma işlemi sürdürüldü. 1924 yılının sonuna doğru taşınma işlemleri bitti. Ne var ki işler sanıldığı kadar kolay gelişmedi. Kimi mübadil sevklerinde kargaşa yaşandı. Aynı köyün insanları farklı gemilere binmek zorunda kaldılar. Hiç malı olmayanların beyanları dikkate alındı. Kendilerine haksız mallar devredildi. Gelenlerin çoğu işçiydi. Ticaretle uğraşan çok az kişi vardı aralarında. Bir grup insanda yardıma muhtaç durumdaydılar. Kimileri ise her şeyini yitirmiş olarak Türkiye’ye ayak bastılar. Her iki hükümet de mübadele için gerekli hazırlıklar da yetersiz kalmıştı. Tütüncüleri dağa yerleştirmek gibi uygunsuz durumlar görüldü. Taşıma sırasında gemilerde salgın hastalıklar baş gösterdi. Mübadiller perişan durumda Türkiye’nin belli başlı Ayvalık, Erdek, Çeşme, İzmir gibi limanlarına ulaştırıldılar. 1933 yılına dek Hilali Ahmer Cemiyeti yardımlarını sürdürdü. Sonuçta 500 bin Türk Yunanistan’dan Türkiye’ye deniz ve tren yoluyla taşındı. Bu kıyametin içende Selanik, Manastır ve Provuşta mucahirleri Şirince’ye geldiler. Anlatılan o ki Kavala, Kula, Dedebal, Alasonya, Drama, Müştiyan, Doryan ve Çıtak köylüleri bir gemiye dolarak İzmir’e ulaşmışlar. Köylerden Müştiyan’nın nüfusunun yarısı Rum’muş. Diğer köyler otuz hanelik küçük yerleşmelermiş. Göçmenlerin hepsi Akdeniz gemisine dolarak İzmir’e ayak basmışlar. Bir süre Kemer’de alıkonulduktan sonra istedikleri yerlere dağıtılmışlar. Ödemiş’e yerleşenler yanında Aydın Atça’dan gelip Çirkince’ye yerleşenler de olmuş. Yolu olmayan köye göçmenlerin ileri gelenleri gelip bakmışlar, mamur ve bakımlı görünce yerleşmişler, olanlar sonra olmuş. Girit’ten gelenler Kuşadası yoluyla karaya ayak bastıklarını, gemide hayvanlarla, eşyalarla birlikte yolculuk ettiklerini anlatıyorlar. Mübadele göçmenleri Aralık ayından itibaren Türkiye’ye gelmeye başlamışlardı. İlk kafile Kasım ayının sonunda Hanya’dan hareket etmiş, 3 Aralık 1923 günü İzmir limanı’nda inerek Türkiye topraklarına ayak basmış; hemen, İzmir yakınlarında oluşturulan oluşturulan Klazumen Misafirhane ve Karantinası’na gönderilmişlerdi. Aşağıda İzmir’in o dönemde en önemli gazetelerinden birisi olan Ahenk’ten iki haber veriyoruz. Bu haberlerden ilki, göçmenlerden ilk kafilenin yola çıktığının haber alınması ikincisi de göçmen kafilesinin İzmir’de Türk topraklarına ayak basmaları üzerine adı geçen gazetede yer alan haberdir. Kardeşlere Yardım- “Artık geliyorlar. Kurtularak, kurtarılarak geliyorlar. Her şeylerini, babalarının henüz toprağa kalbolmayan şehitlerinin kanlı cesetlerini terkederek geliyorlar. Onları hürmetle, muhabbetle, şefkatle karşılayalım. Bağrımıza basalım. Çok acı görmüş ruhlarına teselli olalım. Zalim ve den’i düşmanın kahırlarıyla harabolanların ruhlarına teselli olmak en büyük saadettir. Gelenler din, ırk kardeşlerimizdir. Herbirinin bağrında, ruhunda kalbinde bir şehidin acısı var!” (Ahenk, 28 Kasım 1923) İlk Kafile-i Mazlumin -1027 çıktı, 1028 Geldi- Dün Telgrafla Hanya’dan hareketleri ihbar alınan ilk kafile-i mazlumin, salimen Klazumen Tahaffuzhanesi’ne muvasalat eylemişlerdir. Hanya’dan 1027 kardeşimiz vapura binmiş ve tahaffuzhaneye 1028 olarak muvasalat eylemişlerdir. Yolda bir müjde-i halas tevellüd eylemiştir. Kardeşlerimiz tahaffuzhanedeki memurin ve İzmir’den giden Muavenet Yurdu Heyeti tarafından hürmetle istikbal olunmuşlardır. Karaya çıkanlar vatanın hür ve mesut topraklarını öperek, Allah’a hamdeylemişlerdir. Bu manzara karşısında gözyaşları dökülmüştür. Kardeşlerimize sıcak yemekler tevzi olunmuş istirahatleri temin edilmiştir. Bugün selametle Ayvalık’a gideceklerdir. Kardeşlerimizin ahval-i sıhhiyeleri hamdolsun pek iyidir. Ve inşallah daima iyi olacaktır. Galiba vakt-i muvasalatın buraca malum olmamasından ileri gelmiş olacak ki, kardeşlerimize sigara, tütün yetiştirilememiştir. Vapurdan çıkanlar hep tütünsüzlükten üzüldüklerini söylüyorlardı. (Ahenk, 4 Kanunuevvel 1923)

Admin
Admin

Mesaj Sayısı : 5221
Kayıt tarihi : 27/01/08

https://zeka.yetkinforum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz