Erdoğan’la ‘Yeni Dünya’ Kurma
ZEKAKÜBÜ :: FIKRALAR :: MÜNAZARA BÖLÜMÜ :: POLİTİKA :: KÖŞE YAZILARINDAN
1 sayfadaki 1 sayfası
Erdoğan’la ‘Yeni Dünya’ Kurma
Nilgün Cerrahoğlu
20 Kasım 2014 Perşembe
Sevgili okurum Tekin M. Ormancıoğlu “Osmanlı’nın cahil kaldığı yazılır da kimin bıraktığı yazılmaz” diyerek ekliyor: “Mesela II. Beyazıt’ın matbaanın Osmanlı topraklarına girişini yasakladığı (1485), oğlu bizde Yavuz, Batı’da Gaddar Selim’in 1515’te matbaa getirenin boynu vurulsun diye ferman çıkardığı yazılmaz, varsa yoksa fetih...”
Ormancıoğlu’nun notu, Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinde dönüm noktası kabul edilen “İnebahtı Savaşı” hakkında okuduğum bir kitabı aklıma getirdi…
Aradan epey süre geçtiği için şimdi kitabın adını ve yazarını hatırlayamıyorum ama anlatılanın meali şuydu:
Osmanlı’nın Hıristiyan dünya karşısında ilk büyük yenilgisi olan İnebahtı Savaşı, “Türklerin Avrupa’dan geri püskürtülmesi” olarak “Hıristiyanların belleğinde” mitos keresinde yüceltilerek kutsanır ama gerçekler farklıdır...
Türklerin İnebahtı’da yenilmesinin ardından Akdeniz’deki statüko temelde değişmemiştir ama “İnebahtı Türklerin Avrupa topraklarında bir dize getirilmesi efsanesi” olarak sürekli anlatılagelmiştir….
Efsanenin müthiş bir “zafer” olarak yayılmasına olanak kılan araç o tarihte Avrupa’da var olan ve giderek yaygınlaşan ancak Osmanlı’ya henüz girmemiş olan “matbaa makinesi”dir...
Hıristiyan Batı sahip olduğu “matbaa” sayesinde “tarih” yazmış; bu tarihi kitleler katında yaygınlaştırmıştır….
Müslüman Türkleri ağır yenilgiye uğratan olgu esasen “İnebahtı” değil ortaya çıkan bu “asimetrik durum”, yani matbaadan yoksun olmalarıdır.
Batı, tarihi ‘matbaa’ ile yazdı
Hıristiyan Batı ile Osmanlı arasındaki, başka deyişle makası açan dönüm noktası özetle matbaanın Osmanlı İmparatorluğu’na 268 yıl gecikmeyle girmesi oluyor. Nokta net.
Matbaa -üç asır farkla!- “tarihin Batı tarafından” yazılmasını sağlıyor.
Bunun nedeni üstelik Batı’nın, Müslümanlara ya da Osmanlılara çıkardığı herhangi bir engel değil.
Müslümanların -heyhat!- birebir kendisi yani o, bu nedenle Osmanlı topraklarına matbaanın girişini yasaklamaları oluyor.
Yarışta yenik düşmenin sorumluluğu kıssadan hisse, “ecdada inanmayan ezikler”e değil, matbaaya geçit vermeyen “ecdad”a ait!
Bu tespit Kolomb tartışmasında şu açıdan önemli: Amerika kıtası sahiden diyelim Erdoğan’ın dediği gibi Kristof Kolomb yerine 1178 yılında Müslüman denizciler tarafından keşfedilmiş olsun...
Burada önemli olan yalnız Amerika kıtasına ilk varan olmuş olmak değil; bunu kanıtlamak ve dünyanın gerisine anlatmak ki, bu başlı başına, bir okyanusu aşmak kadar önemli.
ABD sessiz sedasız dünyadan habersizce aya gitmiş olsa, o dönemde rakibi Sovyetler karşısında gücüne güç katmış olabilir miydi?
İletişim yalnız bu çağda değil, “matbaa”nın icat edildiği günden beri önemli...
Güç algısı ve ilişkiler hiyerarşisini sonuçta “kitlesel iletişim” belirliyor.
Kolomb’un Amerika’ya ulaştığı 15. yüzyıl sonunda, Avrupa’da 1000’den fazla baskı makinesi var.
“Wikipedia”ya göre, Batı Avrupa’da daha 1500’e girerken 20 milyondan fazla kitap üretiliyor.
16. yüzyılda bu rakam 150-200 milyon cilde dek fırlıyor!
Avrupa işte o kitaplarla “tarih”i kendi açısından yazıyor.
Kolomb’un Amerika’yı keşfini de, İnebahtı bozgununu da o kitaplarla yedi düvele yayarak anlatıyor.
Öten bülbülü kul duymazsa
Betül Mardin’in deyişi ile ifade etmek gerekirse sonuçta, “Bülbül ormanda ötmüş kimse duymamışsa, ötmemiş sayılır!”
Müslümanlar 12. yüzyılda Amerika’ya gitmiş, bunu 2014’e dek, gölgede kalan birtakım yazarlar/tarihçiler dışında kitlesel manada duyuramamışsa, ne fark eder?
Kime, bugün ne faydası var?
Bu bir.
İkincisi bilim ve araştırmaların bahsedilen tarihlerde yani 12. yüzyıl ile 15. yüzyıllarda ulaşmış olduğu farklı aşamalar.
Kolomb, İspanyol imparatorluğunun hizmetine girmiş ama aslen Cenovalı bir denizci.
Cenova’nın deniz müzesi “Galata”da, Kolomb’a ayrılan bölümü gezdiğimde bu kâşifin neden Cenova’dan çıktığını anlamıştım.
Kolomb tarih sahnesine çıktığında Cenovalı denizciler denizlerin gizlerini çünkü çoktan çözmüş.
Atlantik’i aşıp Amerika’ya varmak şaka değil.
Büyük gemiler, araç gereç gerektiriyor.
Keşiflere olanak kılan “pusula” örneğin.
1178 yılında henüz ortada yok.
Mıknatıslı pusulanın denizlerde kullanılması, 13. yüzyıla ve 14. yüzyıl başına denk geliyor.
Oysa Amerika’ya ulaşmak için denizcilerin elinde en azından “pusula”nın olması gerek...
Cumhurbaşkanının söz ettiği Müslüman denizciler “Yeni Dünya”ya hangi araç gereçle ulaşmışlar?
“Özgüven eksikliği” ve “eziklik…” Bugün bunları sormak değil.
836 yıl rötarla çıkıp altyapısı olmayan bir “Amerika’yı biz keşfettik!” deklarasyonunda bulunmak…
Cumhurbaşkanı dedi diye Amerika çok yazık ki keşfedilmiş olmuyor.
RTE’nin “eziklikle” sorunu varsa elindeki olanakları “Müslüman dünyası neden geri kaldı?” sorusunun araştırmasına vakfetsin.
İslam uygarlığı için hayırlı bir iş yapmış olur.
20 Kasım 2014 Perşembe
Sevgili okurum Tekin M. Ormancıoğlu “Osmanlı’nın cahil kaldığı yazılır da kimin bıraktığı yazılmaz” diyerek ekliyor: “Mesela II. Beyazıt’ın matbaanın Osmanlı topraklarına girişini yasakladığı (1485), oğlu bizde Yavuz, Batı’da Gaddar Selim’in 1515’te matbaa getirenin boynu vurulsun diye ferman çıkardığı yazılmaz, varsa yoksa fetih...”
Ormancıoğlu’nun notu, Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinde dönüm noktası kabul edilen “İnebahtı Savaşı” hakkında okuduğum bir kitabı aklıma getirdi…
Aradan epey süre geçtiği için şimdi kitabın adını ve yazarını hatırlayamıyorum ama anlatılanın meali şuydu:
Osmanlı’nın Hıristiyan dünya karşısında ilk büyük yenilgisi olan İnebahtı Savaşı, “Türklerin Avrupa’dan geri püskürtülmesi” olarak “Hıristiyanların belleğinde” mitos keresinde yüceltilerek kutsanır ama gerçekler farklıdır...
Türklerin İnebahtı’da yenilmesinin ardından Akdeniz’deki statüko temelde değişmemiştir ama “İnebahtı Türklerin Avrupa topraklarında bir dize getirilmesi efsanesi” olarak sürekli anlatılagelmiştir….
Efsanenin müthiş bir “zafer” olarak yayılmasına olanak kılan araç o tarihte Avrupa’da var olan ve giderek yaygınlaşan ancak Osmanlı’ya henüz girmemiş olan “matbaa makinesi”dir...
Hıristiyan Batı sahip olduğu “matbaa” sayesinde “tarih” yazmış; bu tarihi kitleler katında yaygınlaştırmıştır….
Müslüman Türkleri ağır yenilgiye uğratan olgu esasen “İnebahtı” değil ortaya çıkan bu “asimetrik durum”, yani matbaadan yoksun olmalarıdır.
Batı, tarihi ‘matbaa’ ile yazdı
Hıristiyan Batı ile Osmanlı arasındaki, başka deyişle makası açan dönüm noktası özetle matbaanın Osmanlı İmparatorluğu’na 268 yıl gecikmeyle girmesi oluyor. Nokta net.
Matbaa -üç asır farkla!- “tarihin Batı tarafından” yazılmasını sağlıyor.
Bunun nedeni üstelik Batı’nın, Müslümanlara ya da Osmanlılara çıkardığı herhangi bir engel değil.
Müslümanların -heyhat!- birebir kendisi yani o, bu nedenle Osmanlı topraklarına matbaanın girişini yasaklamaları oluyor.
Yarışta yenik düşmenin sorumluluğu kıssadan hisse, “ecdada inanmayan ezikler”e değil, matbaaya geçit vermeyen “ecdad”a ait!
Bu tespit Kolomb tartışmasında şu açıdan önemli: Amerika kıtası sahiden diyelim Erdoğan’ın dediği gibi Kristof Kolomb yerine 1178 yılında Müslüman denizciler tarafından keşfedilmiş olsun...
Burada önemli olan yalnız Amerika kıtasına ilk varan olmuş olmak değil; bunu kanıtlamak ve dünyanın gerisine anlatmak ki, bu başlı başına, bir okyanusu aşmak kadar önemli.
ABD sessiz sedasız dünyadan habersizce aya gitmiş olsa, o dönemde rakibi Sovyetler karşısında gücüne güç katmış olabilir miydi?
İletişim yalnız bu çağda değil, “matbaa”nın icat edildiği günden beri önemli...
Güç algısı ve ilişkiler hiyerarşisini sonuçta “kitlesel iletişim” belirliyor.
Kolomb’un Amerika’ya ulaştığı 15. yüzyıl sonunda, Avrupa’da 1000’den fazla baskı makinesi var.
“Wikipedia”ya göre, Batı Avrupa’da daha 1500’e girerken 20 milyondan fazla kitap üretiliyor.
16. yüzyılda bu rakam 150-200 milyon cilde dek fırlıyor!
Avrupa işte o kitaplarla “tarih”i kendi açısından yazıyor.
Kolomb’un Amerika’yı keşfini de, İnebahtı bozgununu da o kitaplarla yedi düvele yayarak anlatıyor.
Öten bülbülü kul duymazsa
Betül Mardin’in deyişi ile ifade etmek gerekirse sonuçta, “Bülbül ormanda ötmüş kimse duymamışsa, ötmemiş sayılır!”
Müslümanlar 12. yüzyılda Amerika’ya gitmiş, bunu 2014’e dek, gölgede kalan birtakım yazarlar/tarihçiler dışında kitlesel manada duyuramamışsa, ne fark eder?
Kime, bugün ne faydası var?
Bu bir.
İkincisi bilim ve araştırmaların bahsedilen tarihlerde yani 12. yüzyıl ile 15. yüzyıllarda ulaşmış olduğu farklı aşamalar.
Kolomb, İspanyol imparatorluğunun hizmetine girmiş ama aslen Cenovalı bir denizci.
Cenova’nın deniz müzesi “Galata”da, Kolomb’a ayrılan bölümü gezdiğimde bu kâşifin neden Cenova’dan çıktığını anlamıştım.
Kolomb tarih sahnesine çıktığında Cenovalı denizciler denizlerin gizlerini çünkü çoktan çözmüş.
Atlantik’i aşıp Amerika’ya varmak şaka değil.
Büyük gemiler, araç gereç gerektiriyor.
Keşiflere olanak kılan “pusula” örneğin.
1178 yılında henüz ortada yok.
Mıknatıslı pusulanın denizlerde kullanılması, 13. yüzyıla ve 14. yüzyıl başına denk geliyor.
Oysa Amerika’ya ulaşmak için denizcilerin elinde en azından “pusula”nın olması gerek...
Cumhurbaşkanının söz ettiği Müslüman denizciler “Yeni Dünya”ya hangi araç gereçle ulaşmışlar?
“Özgüven eksikliği” ve “eziklik…” Bugün bunları sormak değil.
836 yıl rötarla çıkıp altyapısı olmayan bir “Amerika’yı biz keşfettik!” deklarasyonunda bulunmak…
Cumhurbaşkanı dedi diye Amerika çok yazık ki keşfedilmiş olmuyor.
RTE’nin “eziklikle” sorunu varsa elindeki olanakları “Müslüman dünyası neden geri kaldı?” sorusunun araştırmasına vakfetsin.
İslam uygarlığı için hayırlı bir iş yapmış olur.
ZEKAKÜBÜ :: FIKRALAR :: MÜNAZARA BÖLÜMÜ :: POLİTİKA :: KÖŞE YAZILARINDAN
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz