Anılar: Yaşamı gözden geçirmek...
ZEKAKÜBÜ :: FIKRALAR :: MÜNAZARA BÖLÜMÜ :: POLİTİKA :: KÖŞE YAZILARINDAN
1 sayfadaki 1 sayfası
Anılar: Yaşamı gözden geçirmek...
Yalçın Pekşen
Anılar: Yaşamı gözden geçirmek...
Anılarını yazan yazana...
Bu işi bir tarihte ben de yaptığım için biliyorum: Amaç kitap yazmak değil, yaşamı gözden geçirmektir.
Nedense çok meraklıyım biyografilere (bilhassa oto-biyografilere)...Hatta son zamanlarda kurgusal yapıtlardan daha çok seviyorum ve elime ne geçerse okuyorum.
Sanırım bazı kuralları var anı yazmanın:
* Bu işi yaşamınızı noktalamayı düşündüğünüz sırada yapacaksınız. Bu süre içinde anılarınızda adı geçenlerin çoğu ölmüş olacak ki, az buçuk doğruları yazabilesiniz. (Ben kendi yaptığımı şimdi çok erken buluyorum. 'Köpeği Isıran Adamın Peşinde'yi yazdığım zaman meğer henüz (45 yaşında) çocukmuşum)
* Son derece alçakgönüllü davranacaksınız ki, işin en zor yanı bu; yine kendimden biliyorum. Onca çabalamama karşın pek alçakgönüllü olamadığımın sonradan farkına vardım.
Tüm kurallara uyulsa bile anılar konu gereği sübjektif (kişiye göre) oluyor. İnsan ister istemez kendine doğru yontuyor.
Örneğin son okuduğum anılar Anthony Quinn'in 'Tek Kişilik Tango'su oldu. Ünlü aktör ne kadar alçakgönüllü davranmaya çalışırsa çalışsın, Marlon Brando ile kendisini kıyaslarken bir ara ipin ucunu kaçırır gibi oldu.
Quinn'in anılarını daha önce okuduğum başka anı kitaplarıyla birlikte düşününce (Marlon Brando: 'Annemin Öğrettiği Şarkılar', Elia Kazan: 'Bir Yaşam', Elvis Presley: 'Presley', Jackie (Onassis) Kennedy: 'Kennedy Efsanesi' ve Arthur Miller: 'Marilyn'li Yıllar') 'herkesin gerçeği kendine göre' diye düşünmeden edemedim.
--------------------------------------------------------------------------------
Örneğin fi tarihinde ABD'de bir cadı avı yaşanıyor. Amerikan Karşıtı Eylemler Soruşturma Kurulu, ünlü komünistleri saptamak için sinema endüstrisine el atıyor. Yönetmen Elia Kazan komünist parti üyesi olduğunu itiraf ederken arkadaşlarını da ele veriyor. Bu tek olay, herkese göre başka yönlerde gelişiyor. İnsanların olaylara nasıl kendi pencerelerinden baktıklarının güzel (belki de çirkin) bir örneğini oluşturuyor.
Ve sinema tarihinin (hatta son günlerde yazılanlara bakılırsa, 20. Yüzyılın) en güzel kadını sayılan Marilyn Monroe ile ilgili anılar, Amerikan film sanayiinde çalışıp da güzel sarışınla aynı yatağa girmeyen oyuncu, yönetmen ve yapımcı kalmadığını gösteriyor.
Benim bir çok anı kitabından çıkarabildiğim Marilyn Monroe'nun şu kişilerle aşk ilişkisi içine girdiği:
Elvis Presley, Elia Kazan, Marlon Brando, Clark Gable, Yves Montand, John F. Kennedy ve elbette kocaları olan ünlü beyzbolcu Joe Di Maggio ve yazar Arthur Miller.
--------------------------------------------------------------------------------
Böylece bir söylenti gerçekleşmiş oluyor. Çevirdiği filmlerde genellikle 'aptal sarışın' rolü oynayan Monroe'nun sanıldığı kadar aptal olmadığı söylenirdi. Bu durumda aptal olmasına imkan olmadığı kendiliğinden ortaya çıkıyor.
Zira aptal olsa bu kadar ilişkiyi bir arada yürütemezdi. Ayrıca zamanının çoğunu yatakta geçirmiş, boş zamanlarında da film çevirmişti. Aptallık yapmaya pek zamanı yoktu.
Bir başka yerleşmiş kanı ise Marilyn Monroe ile evli olan oyun yazarı Arthur Miller'in edebiyat açısından en verimli zamanını bu evlilik sırasında yaşadığıydı. Karısının ilişkilerine bakılırsa, bunun nedeni de kolayca anlaşılıyordu. Zira hatun pek ortada yoktu ve kocasına sanat eserleri yaratabilmek için bol bol zaman bırakıyordu.
Çeşitli anı kitaplarından, özellikle Miller'in bizzat yazdığı kitaptan çıkardığıma göre ise, güzel karısıyla en az vakit geçiren erkek de yine kendisi oluyordu.
Kısacası hayat acı, anılar tatlıdır.
Anılar: Yaşamı gözden geçirmek...
Anılarını yazan yazana...
Bu işi bir tarihte ben de yaptığım için biliyorum: Amaç kitap yazmak değil, yaşamı gözden geçirmektir.
Nedense çok meraklıyım biyografilere (bilhassa oto-biyografilere)...Hatta son zamanlarda kurgusal yapıtlardan daha çok seviyorum ve elime ne geçerse okuyorum.
Sanırım bazı kuralları var anı yazmanın:
* Bu işi yaşamınızı noktalamayı düşündüğünüz sırada yapacaksınız. Bu süre içinde anılarınızda adı geçenlerin çoğu ölmüş olacak ki, az buçuk doğruları yazabilesiniz. (Ben kendi yaptığımı şimdi çok erken buluyorum. 'Köpeği Isıran Adamın Peşinde'yi yazdığım zaman meğer henüz (45 yaşında) çocukmuşum)
* Son derece alçakgönüllü davranacaksınız ki, işin en zor yanı bu; yine kendimden biliyorum. Onca çabalamama karşın pek alçakgönüllü olamadığımın sonradan farkına vardım.
Tüm kurallara uyulsa bile anılar konu gereği sübjektif (kişiye göre) oluyor. İnsan ister istemez kendine doğru yontuyor.
Örneğin son okuduğum anılar Anthony Quinn'in 'Tek Kişilik Tango'su oldu. Ünlü aktör ne kadar alçakgönüllü davranmaya çalışırsa çalışsın, Marlon Brando ile kendisini kıyaslarken bir ara ipin ucunu kaçırır gibi oldu.
Quinn'in anılarını daha önce okuduğum başka anı kitaplarıyla birlikte düşününce (Marlon Brando: 'Annemin Öğrettiği Şarkılar', Elia Kazan: 'Bir Yaşam', Elvis Presley: 'Presley', Jackie (Onassis) Kennedy: 'Kennedy Efsanesi' ve Arthur Miller: 'Marilyn'li Yıllar') 'herkesin gerçeği kendine göre' diye düşünmeden edemedim.
--------------------------------------------------------------------------------
Örneğin fi tarihinde ABD'de bir cadı avı yaşanıyor. Amerikan Karşıtı Eylemler Soruşturma Kurulu, ünlü komünistleri saptamak için sinema endüstrisine el atıyor. Yönetmen Elia Kazan komünist parti üyesi olduğunu itiraf ederken arkadaşlarını da ele veriyor. Bu tek olay, herkese göre başka yönlerde gelişiyor. İnsanların olaylara nasıl kendi pencerelerinden baktıklarının güzel (belki de çirkin) bir örneğini oluşturuyor.
Ve sinema tarihinin (hatta son günlerde yazılanlara bakılırsa, 20. Yüzyılın) en güzel kadını sayılan Marilyn Monroe ile ilgili anılar, Amerikan film sanayiinde çalışıp da güzel sarışınla aynı yatağa girmeyen oyuncu, yönetmen ve yapımcı kalmadığını gösteriyor.
Benim bir çok anı kitabından çıkarabildiğim Marilyn Monroe'nun şu kişilerle aşk ilişkisi içine girdiği:
Elvis Presley, Elia Kazan, Marlon Brando, Clark Gable, Yves Montand, John F. Kennedy ve elbette kocaları olan ünlü beyzbolcu Joe Di Maggio ve yazar Arthur Miller.
--------------------------------------------------------------------------------
Böylece bir söylenti gerçekleşmiş oluyor. Çevirdiği filmlerde genellikle 'aptal sarışın' rolü oynayan Monroe'nun sanıldığı kadar aptal olmadığı söylenirdi. Bu durumda aptal olmasına imkan olmadığı kendiliğinden ortaya çıkıyor.
Zira aptal olsa bu kadar ilişkiyi bir arada yürütemezdi. Ayrıca zamanının çoğunu yatakta geçirmiş, boş zamanlarında da film çevirmişti. Aptallık yapmaya pek zamanı yoktu.
Bir başka yerleşmiş kanı ise Marilyn Monroe ile evli olan oyun yazarı Arthur Miller'in edebiyat açısından en verimli zamanını bu evlilik sırasında yaşadığıydı. Karısının ilişkilerine bakılırsa, bunun nedeni de kolayca anlaşılıyordu. Zira hatun pek ortada yoktu ve kocasına sanat eserleri yaratabilmek için bol bol zaman bırakıyordu.
Çeşitli anı kitaplarından, özellikle Miller'in bizzat yazdığı kitaptan çıkardığıma göre ise, güzel karısıyla en az vakit geçiren erkek de yine kendisi oluyordu.
Kısacası hayat acı, anılar tatlıdır.
NICLENO- Mesaj Sayısı : 179
Kayıt tarihi : 07/02/08
ZEKAKÜBÜ :: FIKRALAR :: MÜNAZARA BÖLÜMÜ :: POLİTİKA :: KÖŞE YAZILARINDAN
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz